Yapısalcılık
4 May 2023
Filiz Çelik
Edebiyatta yapısalcılığı Fransa da 1960’lı yıllarda Roland Barthes, Claude Bremond, Gérard Genette, A.J. Greimas ve Bulgar asıllı Tzvetan Todorov gibi eleştirmenler ve yazınbilimciler başlattı.
Edebiyatta yapısalcılığı Fransa da 1960’lı yıllarda Roland Barthes, Claude Bremond, Gérard Genette, A.J. Greimas ve Bulgar asıllı Tzvetan Todorov gibi eleştirmenler ve yazınbilimciler başlattı. Yapısalcılık yalnızca bir edebiyat kuramı değil, çeşitli bilim alanlarına da uygulanan bir yöntemdir. İlk kez Fransa da uygulanan bu yöntemi Levi-Strauss antropolojiye uyguladı ve Yapısalcı Antropolojiyi başlattı. Jacques Lacan psikanalize uygulayarak Freudu yeniden yorumladı. Bilinç altının yapısının dilin yapısına uyduğunu iddia etti. Michael foucault bilgi ve kültür sorununa yapısalcı yöntemle yaklaştı. Derrida felsefe tarihini ve felsefi metinleri bu yönde inceledi.
Yapısalcı yöntemin özelliği, adından da anlaşılacağı gibi incelenen nesnenin yapısına yönelir. Yapısalcılık, yüzeyde ki bir takım fenomenlerin altında, deride yatan bazı kuralların ya da yasaların oluşturduğu bir sistemi (yapıyı) aramaktadır. Önemli olan şu; sistemdeki birimler kendi başlarına bir anlam taşımazlar, sistem içindeki bağlantılardır onlara anlam kazandıran çünkü ancak o zaman sistemin bir parçası olarak ele alınabilirler. Yapısalcılığı anlamak için, yapısal dil bilimden başlamak zorunluluğu vardır. Çünkü bu yöntemin kaynağı Ferdinand Saussure’ün kurduğu dil bilim kuramıdır.
Yapısal Dil Bilim
Yapısal Dil Bilim 20. yüzyıl başlarında Ferdinand Saussure ile ortaya çıktı. Ölümünden sonra 1916 yılında “Genel Dil Bilim” dersleri adı altında dil bilimde bir çığır açıldı. O zamana kadar dil bilimciler için dil, bir takım dil olgularının toplamıydı. Bunlar ayrı ayrı bir öze sahipmiş gibi tek tek ele alınırdı. Saussure ise dili, belli bir zaman noktasında ele alarak eş zamanlı, kendi kendine yeterli ve bağımsız bir sistem olarak incelemeyi önerdi. Örneğin 16. yy Türkçesi ile 20. yy Türkçe’sini ayrı ayrı eş zamanlı olarak incelersek farklı iki sistem buluruz. Bu iki zaman noktasında Türkçenin gelişimini de inceleyebiliriz. Bu art zamanlı bir inceleme olur. Ne var ki bugün ki Türk dilinin sistemini açıklamak için ne bu gelişimi bilmek ne de hesaba katmak zorundayız. Çünkü sistemi anlamak, onun öğeleri arasında o anki bağıntıların oluşturduğu yapıyı açıklamak demektir.
Berna Moran bu konuşulanları tavla örneği ile güçlendirir. Bu örnek sistemi daha iyi kavramamızı sağlar. tavlanın tarihçesi bizi amaca yönlendirmez önemli olan kurallarıdır. pullar ve zarları nasıl kullanmamız gerektiğini öğrenmemiz yeterli olacaktır. yani; oyunu oluşturan öğelerin kendi öz varlıkları önem taşımaz, Önemli olan sistem içindeki işlevleri ve birbirleriyle olan bağıntılarıdır.
Edebiyatta yapısalcılığı anlamak için Saussure’ün dil konusunda yaptığı bazı ayrımlara değinelim; bunlardan biri dil (langue) ile söz (parole) ayrımıdır. Dil, bir dil sistemine verilen addır. Türkçe, Fransızca, İngilizce dediğimiz zaman dili bu anlamda kullanırız. Söz ise dilin somut kullanımı, yani dilin belirli bir konuşucu tarafından belirli bir andaki uygulamasıdır. Bu sayısız sözler bir dil sistemine uyarlar. O halde somut ve bireysel olan sözün arkasında, onu belirleyen soyut ve toplumsal bir sistem (yapı) vardır.
Başka önemli bir ayrım; gösteren\gösterilen ayrımıdır. Sözcükler bir şeyi ifade ettikleri için birer göstergedirler ve göstergenin iki yönü vardır. Biri “ses” imgesidir ki gösteren adını alır. “köpek” dediğimiz zaman ağzımızdan çıkan ses imgesi gösteren, bunun işaret ettiği köpek kavramı gösterilendir.
gösterge——>ses (gösteren)——->kavram (gösterilen)
Gösteren ile gösterilen arasındaki bağıntı saymacadır (yani keyfi). Çünkü köpek kavramını Bu sözcükle göstermek için bir neden yoktur. Başka dillerde başka sözcüklerle anılır. Sözcükler birer gösterge olduklarına göre, dil bir göstergeler sistemidir ve dış gerçeklikten bağımsız, kendi iç kurallarına göre işler.
Dil var olan nesneleri adlandırır. Yani sınıflara ayrılmış düzene sokulmuş hazır bir dünya vardır ve bu gerçekliği biz dil ile aktardığımıza göre dil, bu dünyayı yansıtmaya yarayan bir araçtır.
Saussure’a göre dil kavramdan önce vardır. Dilden önce dünya kesintisiz bir bütündür. Dilden öne taş, kaya, maden ayrımı yoktur. Dil, kaya sınıfı, maden sınıfı, taş sınıfı diye ayırır. Dünyayı daha anlaşılır daha kavranır hale sokar. Eğer bu ayrımı yapmasaydık zihnimiz karmaşık bir duyumlar yığını olarak kalırdı. Şu da var her dil dünyayı aynı şekilde bölmez örneğin koyun ismi, Türkçe’de otlayan hayvana da, sofraya konulan ete de denir. fakat bu isim ingilizce de sheep ve mutton olarak ayrılır. Dili incelemek istiyorsak onu dış dünyadan bağımsız, kapalı bir göstergeler sistemi olarak incelemeliyiz.
Kaynak: Berna Moran- Edebiyat ve Eleştiri Kuramları ve Eleştiri Kuramları Ders Notları
Diğer Konular
Yorum bırakın